Uzun zamandan beri, yargı aracılığıyla toplumun sindirilmesi şeklinde işleyen süreç, İstanbul Barosu Başkanı ve Yönetim Kurulu Üyeleri hakkında başlatılan hukuka aykırı soruşturma ile yeni bir boyuta taşınmıştır.
Bu aşamada, Türkiye’nin en büyük hukuk kurumu olan ve bünyesinde tüm avukatların üçte birinden çoğunu barındıran İstanbul Barosu’nun toplumsal muhalefetin odağına dönüştüğü, böyle bir beklentinin kendiliğinden oluştuğu gözlenmektedir.
Ortaya çıkan beklenti dikkatle değerlendirilerek, adil bir hukuk düzeninin kurulması amacıyla, toplumsal muhalefetin harekete geçirileceği bir mücadele süreci başlatılarak tarihi bir adım atılabilir. Bu amaca yönelik olaraktoplumun aydınlatılması, hatta yönlendirmesi önem taşımaktadır.
Türkiye’de yaşanan hukuk sorununun, sadece İstanbul Barosu Yönetiminin yaptığı / yapacağı çalışmalarla aşılamayacak boyutlarda olduğu tartışmasızdır. Bu nedenle, hukukla üzeri örtülmüş mevcut anti demokratik tehdidin anlaşılıp açığa çıkartılması ve yaşanan hukuksuzluklara etkili bir karşılık verilmesi, ancak Baronun ve hukuk çevrelerinin tüm varlıklarıyla karşı koyacağı bir duruşla mümkün olabilir. Gelinen nokta, Baronun kaçınamayacağı bir görevle karşı karşıya olduğunu göstermektedir. Bu görev, topluma ve hukuk çevrelerine inandırıcı bir şekilde öncülük etme görevidir. Avukatlara yöneltilen tehdidin gerçekte, halkın hak arama özgürlüğüne yöneltilmiş bir saldırı olduğunu anlatma ve sorunu toplumla paylaşma görevidir.
Dolayısıyla Baronun, toplumla gereken bağları kurarak; adil yargılanma hakkına, hukuka, demokrasi ve cumhuriyete sahip çıkmak üzere kamuoyu oluşturmak, avukat olmadan hak arama özgürlüğünün kullanılmayacağının halka anlatmak, toplumsal sorunlarla ilgilenilmek, Meclisten çıkartılmak istenilen yasalar hakkında kamuoyuna görüş bildirmek, bu kapsamda etkinlikler düzenlemek üzere hukuksal gereklere uygun, etkili bir karşı duruş sergilemesi gerekmektedir.
Böyle bir amacın gerçekleşmesi için atılacak adımların yöntem ve biçimi ile seçilecek hedef kitlesi, yapılacakların içeriği kadar önem taşımaktadır.
Hukuk bilincinin öncelikle hukukçularda bulunduğu varsayıldığında, yaşanan adaletsizlikler karşısında, huzursuzlukları gittikçe artan hukukçuları (görevde veya emekli yargıç, savcı, noter, hukuk öğretim görevlileri, öğrencileri vb.) amaca ortak etmek, en doğal ve kolay yol olarak gözükmektedir.
Avukatlar, halkın hukuk temsilcileridir. Yargılama sonucunda verilen karardan en çok davanın tarafları etkilendiğinden, adil olmayan bir yargının sakıncalarını anlatmada avukatlar, yargı sistemi ile halk arasında köprü işlevi göreceklerdir. Yurttaşlarla avukatlar arasında duygudaşlık bulunduğu göz önüne alındığında halkı en çok etkileyebilecek kişilerin avukatlar olacağı açıktır. Bu nedenle avukatları soruna ortak etmek için her çaba gösterilmelidir.
Yapılacak etkinliklerin başarısında, yatay ve dikey katkı veren avukat, hukukçu ve hukuk kurumu sayısı önem taşımaktadır. Ülke genelinde yaygın bir baro ağı varken bu olanağın kullanılmaması düşünülemez. Aynı duyarlığa sahip kurumların dayanışma içinde olması kadar doğal bir şey olamaz. Dayanışma gerekleri tüm barolara ve baroların tabanını oluşturan avukatlara inandırıcı şekilde anlatılmalı, ortak duygu ve paylaşım ortamı yaratılmalıdır.
Ülkemizde son yıllarda toplumun zihinsel varlığı ele geçirilerek denetim altına alınmıştır. İnsanlara, nasıl düşünmeleri değil, ne düşünmesi / düşünmemesi gerektiği medya aracılığıyla, sürekli olarak şırınga edilmektedir. Böylece, iktidardaki siyasal anlayıştan daha kolay etkilenen, dış algıya kapalı bir kamuoyu yaratılmıştır. Ancak, hukukun siyasallaştığını, yargının bağımsızlığını yitirdiğini ve bunların sonuçlarını topluma en inandırıcı şekilde anlatacak kişilerin avukatlar olacağı dikkate alındığında, Baro bir avantaj olarak, bu olanağı kullanılmalıdır. İstanbul Barosu’nun gücü, bünyesindeki avukat sayısı ile değil, yarattığı saygınlık ve planladığı eylem ve etkinliklere kattığı avukat sayısı ile ölçülecektir. Kendi üyesi avukatları yaptığı işlemler ve eylemler konusunda ikna eden bir baro, diğer barolara örnek olmakta zorlanmayacaktır. Bu bakımdan öncelik, avukatların duyarlıklarının harekete geçirilmesine verilmelidir.
Genel kamuoyu içerisinde de, yaşanan haksızlık ve hukuksuzluklara karşı duyarlı kesimler bulunmaktadır. Bu çerçevede,
a) Meslek Kuruluşları (Mimarlar, mühendisler, muhasebeciler, hekimler vb. in temsil ettiği meslek kuruluşları),
b) Sendikalar,
c) Dernekler ve Vakıflar (Hukuk dernekleri, kadın dernekleri, çağdaş yaşamın savunucusu dernekler, konu ve yer bazında örgütlenmiş dernekler, vakıflar),
d) Üniversiteler,
Toplumda, ittifak kurularak tepki örgütlenecek sivil toplum kuruluşları olarak değerlendirilmelidir.
Yaşanan Türkiye tablosu içerisinde, haklarını özgürce kullanan bir toplum yerine, korku toplumu yaratılarak insanlar suskunluğa gömülmüştür. Uygulanan gözaltılar ve yapılan tutuklamalar sonucunda, muhalif olmakla, suçlu olmanın eşanlamlı kabul edildiği bir anlayış toplumda yerleşmiştir. Toplumun örgütlü kesimlerinin dahi yapılan haksızlıklara karşı tepki vermekten çekindiği bir ortam yaratılmıştır. Bu nedenle içinde bulunduğumuz durum, topluma cesaret verici önderliklere ihtiyaç duymaktadır. Hukuksuzluklara; evrensel hukuka ve toplumsal adalet duygusuna yaslanarak gösterilecek direnç, korkularla yüzleşmeyi kolaylaştıracaktır.