Türk Dil Kurumu sözlüğünde vicdan; kişiyi kendi davranışları hakkında bir yargıda bulunmaya iten, kişinin kendi ahlak değerleri üzerine dolaysız ve kendiliğinden yargılama yapmasını sağlayan güç olarak tanımlamaktadır. Bir başka sözlükte ise vicdan; kişinin kendi kendini yargılayarak, doğruyu ve iyiyi yapma görevini kendine tanıması, (Türkçe Sözlük, Yıldız Özkan, Kare Yayınları) olarak tanımlanmıştır.
Vicdan kişinin adalet olgusu karşısındaki duruşunu belirler. Bu özelliği nedeniyle çoğu kimse vicdanı, içimizdeki yargıç, adaleti bulmamıza yarayan pusula olarak görmektedir. Vicdan, davranışların ahlaki/etik bir nedene dayalı olarak yürütüldüğünün, kişinin bir adalet ölçütüne sahip olduğunun göstergesidir.
İçinde yaşadığımız toplumun herhangi bir bireyi olarak, diğer kişilerden, toplumsal tutarlık adına adil davranış beklentisi içinde oluruz. Bu beklenti, kamusal sorumluluk taşıyan kişilerden öncelikle istenilebilir bir beklentidir. Yargıçlar, en önemli kamusal iş olan yargılama görevini toplum adına üstlenmiş olduklarından, yargıçlardan, görev yaparlarken vicdani ölçütlere uygun davranmalarını beklemek, herkesin hakkıdır.
Böyle bir kamusal istek, Anayasanın 138. Maddesinde yargıçların; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verecekleri belirtilerek dile getirilmiştir. Anayasal çerçeveden bakıldığında, son tahlilde vicdani kanaatlerine göre karar veren yargıçlarda bulunması gereken en önemli özelliğin, “vicdan özgürlüğüne” sahip olmak ve onu özümsemek olduğu ortaya çıkmaktadır.
Vicdan özgürlüğü; özünde, irade özgürlüğü, düşünce özgürlüğü demektir. Bu özgürlük, yargıcın yasaları uygularken bağımsız davranıp davranmadığının göstergesi olarak önem taşır. Vicdan özgürlüğü; mensup olunan inanç sistemi dâhil, her türlü bireysel bağlılık ve aidiyeti, karar verirken bir yana itmek, taraflar karşısında eşit tutum takınmak, maddi ve manevi hiçbir etki ve tahakküm altında kalmadan dürüstçe karar verebilme yetisini / becerisini gösterebilmektir.
Yargıçlar için davranış kuralları bu amaçla konulmuştur. 2803 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanununun 82. Maddesinde, sıfat ve görevlerinin gereklerine uymayan tutum ve davranışları nedeniyle yargıçlar hakkında soruşturma yapılabileceği, 68. Maddede ise, yaptıkları işler veya davranışlarıyla görevini doğru ve tarafsız yapamayacağı kanısını uyandıran yargıçlar için en ağır yaptırımlardan olan yer değiştirme cezası verilebileceği, bu tür tutumların sürdürülmesi halinde ise meslekten çıkartılma yaptırımı uygulanacağı belirtilmiştir.
Bangalor Yargısal Davranış İlkerlerine göre de yargıçlar, dürüst davranmak zorundadırlar. Bangalor ilkeleri gereğince, adaletin, hakkaniyetin sadece taraflar arasında gerçekleşmiş olması yeterli görülmemekte, adaletin kamusal görünürlük şeklinde gerçekleşmiş olması da aranmaktadır. Yani, “Berlin’de yargıçlar var” dedirtecek bir kanaatin, “Silivri’de yargıçlar var, Diyarbakır’da yargıçlar var…” biçiminde toplumda oluşması da istenilmektedir.
Mahkeme hükmü, Türk Ulusu adına verilmesine karşın, yargılamada halkı temsil eden jüri benzeri bir unsur bulunmamaktadır. Yargı sistemimizde bu yük yargıcın sırtındadır. Bu nedenle yargıç; aynı zamanda halkı, toplumu temsil ettiğini, toplum adına karar verdiğini unutamaz. Yargıcın toplumsal temsil yeteneği, kamu vicdanını ne ölçüde algıladığıyla değerlendirilir. Dolayısıyla kamu vicdanıyla, yargıç vicdanı arasında bağ kurulması zorunludur. Yargı yetkisini kullandığı sırada/sürede yargıcın vicdanı, artık kişisel bir vicdan değildir. Yargıç, kamu vicdanını temsil etmek, onu anlamak, algılamak ve o çerçevede hareket etmek zorundadır.
Yargıç, yargılama yaparken, karşısına gelen insanları ilişkilerinden soyutlayarak değerlendiremez. Gerçek adalet, insanın sosyal, kültürel, ekonomik, hatta siyasal koşullarla çevrili olduğu reel bir ortam içerisinde değerlendirilmesine bağlı olarak yerine getirilebilir. Ancak değerler dünyası özü gereği sosyal ve ideolojiktir. Bu nedenle yargıç, davranışlarını, günübirlik veya dönemsel eğilimlere, politik tutumlara uyumlaştırma gayreti içinde olmamalıdır. Kişisel vicdan, kısa süreli gel-git lere tepki verse de, yargıç vicdanı dönemsel siyasal etkilere kapısını açık tutamaz. Çünkü yargıç vicdanı kişisel bir vicdan olmadığı gibi kamusal bir vicdan olarak da yetersiz kalır. İnsanlığın günümüze biriktirerek taşıdığı insan hakları, evrensel değerlere dönüşmüş ve insanlığın vicdanı haline gelmiştir. Yargıç bu vicdanı yüreğinde taşımalıdır. Yargıç vicdanı, insanlığa ait bir vicdan olarak evrensellik değerleri ile donanımlı olmalıdır. (Anys. M.90/4) Bu anlamıyla yargıç, diyalektik bir kavrayışla, yerel, göreceli kavram ve değerleri evrensele taşıyan kişidir.
Ancak son zamanlarda yargıç kararlarının kamu vicdanı ile evrensel değerlerle çatıştığına sıkça rastlamaktayız. Evrenseli kavramaktan uzak, kamusal duyarlığı kalmamış, kendi yetiştiği çevrenin anlayışı ve değerlerine hapsolmuş yargıç kararları hukukun gelişimine ve özgürlüklere engel olmaktadır. Yargılama sürecinde denge ve uyum gözetmeyen mahkeme karar ve uygulamaları kamuoyuna yansıdıkça, yürekler sızlamakta, yargı sistemine olan güven duygusu hızla erimektedir.
Özel yetkili ağır ceza mahkemelerinde görülmekte olan siyasal nitelikli yargılamalarda ise adil yargılamanın neredeyse hiçbir ölçüsü kalmamış, yargılamalar siyasal öç alma ve hesaplaşmaya dönüşmüştür. Yansız genel kamuoyunda ve hukuk çevrelerinin neredeyse tamamında yaygın olan bu görüş, bu mahkeme yargıçlarının vicdanlarını sorgulamayı gerektirmektedir.
Şimdi sormak gerekmez mi: Bu mahkemelerin yargıçları hangi vicdani kanaate göre karar vermektedirler? Evrensel insan hakları değerleriyle donanmış, evrensel vicdana göre mi? Anayasanın gereği olan kamu vicdanına göre mi? Özel yönlendirmelere açık kendi vicdani kanaatlerine göre mi? Eğer sonuncusu ise bu, görevi kötüye kullanma değil midir? Eğer öyleyse bu, yargıçlar için 2803 sayılı Yasanın 68. Maddesinin uygulanmasını gerektirmez mi? Bu konuda HSYK na görev düşmez mi?
Av. Başar YALTI
NOT : Bu yazı, aynı isimle, İstanbul Barosu’nun 2012/1 sayılı Dergisinde yayınlanacak makalenin kısaltılmış halidir.